Her insanın içinde garip bir yol hikayesi vardır. başı sabır,sonu umut... blog sayfama hoş geldiniz......... hannesu

1 Ocak 2017 Pazar

BENİM ADIM KHAN




Film otizmin davranışsal türevi aspergel hastalığı olan bir adamın “New York’taki 11 Eylül 2001 tarihli uçak saldırıları sonrası başından geçen olayların” batıdaki “İSLAMOFOBİ“ teması üzerinden anlatıldığı bir film..…
 Aspergel hastalığının sözlükteki tanımına baktığımızda; sosyal iletişim becerileri otizm kadar kapalı olmasa da duygularını sözlü olarak ifade edemeyen, ilişkilerinde gözle temastan kaçınan ve davranışlarını aklından geçtiği her şekilde yönlendiren kişiler olduğunu öğreniyoruz. 
Filmin temasının; başlangıç, gelişme ve sonuç bölümlerinin iç içe geçmesi ile işlenmesi seyrini keyifli ve dinamik hale getiren bir anlatım ve görsellik katmış akışına.
 Filmin baş  aktörü Shahrukh Khan  duygularını;  davranışları ve yüz mimikleri ile  ifade edemeyen  ( Ör: Ağlamak istiyor ağlayamiyor, gülmek istiyor gülemiyor) bir adamın her halini   usta oyunculuğu sayesinde başarılı bir şekilde yansıtmış kameralara.
  Filmin ilk sahnesinde oyuncuyu klavye üzerinde hızla gezinen parmaklar ve dönemin ABD başkanının yıl içinde yapacağı gezilerin yol güzergahı hakkında topladığı bilgiler doğrultusunca kendini havaalanında bulan bir adam olarak görüyoruz…
Uçağa binme işlemlerinin yapıldığı kontrol sırasında, elinde sürekli  döndürülüp durulan  taşlar ve kısık sesle okuduğu Kuran’ dan ayetlerle, önündeki yolcuyu tedirgin etmesi ve beraberinde  havaalanı polisi ve FBI işbirliği ile başlayan sorgu süreci devamında temanın  anlatıldığı olaylar dizisi..
 Yapılan sıkı sorgulama sonrasında çantasında bulunan defter, takke v.s gibi şeylerle terorist olma potansiyeli taşımadığı anlaşılsa bile uçağa alınmayan bir adam filmdeki ismi ile Rizvan khan...
 Batı’daki “İslamofobi” temasının işlendiği filmin en başında, olayların ve kahramanların tamamen kurgusal olduğu ve gerçekle alakası olmadığı belirtilmiş..
Oysa yaşanmış tecrübelerle çok iyi bildiğimiz bir şey var ki;   Batı’ da, geçmişte ve şimdilerde böylesi olayların beraberinde o ülkede yaşayan masum sivil Müslüman halka karşı her daim benzer uygulamaların yapıldığı…
 Zira çok değil filmin çekildiği tarihten 3 yıl geriye gidildiği günlerde gazetede okuduğum bir haberin filmle birebir benzerlik içermesi de şaşırtıcı olmasa gerek… 
Zira haber tam olarak şöyle bir manşetten verilmişti; “Malaga’dan Manchester’a gidecek uçakta iki Müslüman yolcu hiç bir gerekçe gösterilmeden uçaktan indirildi. ( The Guardian, 20 Ağustos 2006 )
Manchester Üniversitesi’nden iki Asyalı öğrencinin anlattıklarına göre, yaşlıca bir kadın, arkasında 8 kişiyle kaptan pilota gelmiş, “o iki Müslüman uçaktan indirilmezse biz bu uçaktan ineriz” demişler, Pilot hava alanı polisini çağırmış, o iki yolcuya kendilerini polisin istediğini söylemiş, onlar inince de, kapıyı kapatıp, hareket etmiş. İspanyol polisler ise kendilerinin gençlerle işi olmadığını, pilot tarafından niçin çağrıldıklarını da bilmediklerini belirtmişler. ( The Guardian, 24 Ağustos 2006) Öğrenciler sonraki bir uçakla Manchester’a gelmişler.
 Burada net görülen  batılı insanının küstahlığı ve gerektiğinde pilotun bile yalan söyleyebildiğini, kendi kanunsuz kuralsız davranışına yabancı ülke polisini alet edebildiğini, şirket görevlisi, pilotu ve yolcusuyla hepsinin insan haklarına nasıl baktığının unutulmayacak bir dersidir bu. 
 İki öğrenci diğer yolcuların geçtiği bütün güvenlik denetlemelerinden geçmişlerdir geçmesine ama Manchester’lı ya da bilmem nereli yolcular arasında paranoyaklar var diye seyahatlerinden  alıkonulmuşlardır ne yazık ki..
 Bir haberi yaşandığı döneminde bırakalım...ve filmimizi anlatmaya devam edelim..
 Kahramanımız  Rizvanın, otistik asperdal hastası olduğu tespit edilen bir ABD vatandaşı olduğu FBI tarafından doğrulanmış, üstelik üzerinde ve geçmiş suç dosyasında havaalanı polisininde suç isnad edecek hiçbir yeterli veriye rastlanmadığı tespit edilmiş olsa da kendisine polis tarafından uygulanan aşağılayıcı muamele tıpkı yukardaki satırlarda verdiğimiz gerçek kesitten yaşanmışlıkla birebir aynı paranoyaya haiz..
Filmdeki tüm sahneler de elbette sadece” İslamofobi” işlenmemiş..
Zira filmin git gel konu işleyişi dinamikleri arasında bir annenin "sevgi ve gayretini" de görüyoruz… böylesi ağır ve ciddi davranışsal sorunları olan bir annenin evladını, sadece anneliğe özgün içgüdüsel bir özveriyle hayata hazırlık süreci de gözlerden kaçmıyor değil elbette..
Anne ve çocuk; birbiri ile bütünleşen iki güzel kavram..
“Her anne kendi çocuğuna özeldir ve eğitimi de birlikteliklerinin doğal seyrinde gelişir” sözünün pratikteki gerçekliğini Rizvan’ın  annesi ile diyaloglarında net bir şekilde karşımıza çıkıyor..
Bu noktada filmi tekrar başa saralım ve onun  çocukluğuna geri gidelim.. ülkelerindeki Hindu ve Müslümanlar arasında yaşanan gerilimli olaylar anlatılırken  annesi ile aralarında geçen şu sözler özellikle dikkat çekici…
Annesinin; yeryüzündeki tüm kötülüklerin tarifini yaparken “Oğlum; insanlar ikiye ayrılır, iyi insan ve kötü insan”… netliğinde konuyu özetlemesi bilgece bir tarifinde yolunu çiziyor bizlere…


  Rizvan’ın hayatının sonraki süreçlerinde bu tanıma göre insanları değerlendirmesinde geçerli olan bu kural, dünyanın hiçbir eğitim sisteminde verilemeyen bir ilke ne yazık ki..
 Diğer sahnelerde erkek kardeşin tam burslu okumak için America’ya gidişi, annenin ölümü ve sonrasında Rizvanın  kardeşinin yanına gitmesi ile gelişen olaylar..
Hayatta hiçbir şeyin tesadüf değil tevafuk zinciri halkalarında yaşadığımızı doğrulayan olaylar sarmalında, son anda kurtulduğu kaza ve duyduğu ses…
Pazarlamacılığını yaptığı ürünü tanıtmak için girdiği güzellik salonunda karşılaştığı yine aynı ses ve etkileşim…

Normal dediğimiz insanlarda olmayan çocuksu bir sadelik ve dürüstlükle tanıtımını yaptığı ürün vesilesi ile eşi Mandira ile tanışması v.s v.s…

Gelişen olaylarda hastalığının kendine kazandırdığı insanlar arası iletişimde ki doğallığı ve düşündüğünü hiçbir sansüre uğratmadan dile getirmesi rizvanın ilişkilerine ayrı bir eğlence katıyor film boyunca..
Sıradan ve sağlıklı diyebileceğimiz insanların hayatlarında olmayan bir doğallıkla yaşamanın getirdiği bir espri bu..
Sevginin gücü ve kalpten gelen inançla her şeyin üstesinden gelebileceğimiz umudu ile hayata tutunma dinamiği..
Filmin ortalarına geldiğimizde ise 11 Eylül saldırıları ile ABD’ de hızla her kesimde yayılan ve ülkede yaşayan Müslümanlara hayatı yaşanmaz kılan  “İslamofobi” ve Mandira’nın oğlu Sam’in okuldaki diğer öğrencilerce hunharca dövülmesi sonucu ölümü ile  başlayan ayrılık sürecini izliyoruz.

Rizvan’ın ülkede yaşananları anlayamaması ile beraber kendince bu duruma çözümler getirmeye çalışma sürecinde ilginç sahneler ve diyaloglarla karşılaşıyoruz. Mandiraya olan duygularını yazdığı günlükten bir satırda, “beni hiçbir şey korkutmuyor seni kaybetmek kadar”… kelimelerinde sevginin güçlü bağlayıcılığını da görüyoruz… ve kendisinin bizzat “İslamofobi” ile tanıştığı otel sahnesi geliyor şimdi de gözler önüne...
 Batılıların zengin kaynakları olan müslümanların topraklarını işgal etmek ve sömürmek adına  algıda zihinsel dezenformasyonu kendi lehlerine çarptırmak için  sürekli vurguladığı “müslümanların cihad adı altında masum insanları öldürdüğü” v.b sözler.. Sonrasında Khan’ın; “benim adım khan ve ben terörist değilim” tekrarları ile otelden kalmadan ayrılması..
 Ara ara dinamiklerle son, orta ve baş sahnelerin yer aldığı filmin ilerleyen  sahnelerinde Mandira ile evliliğe giden süreçteki diyaloglarla karşılaşıyoruz.
 Rizvanın abisinin bu evliliğe aralarındaki önemli fark yani Mandiranın Hindu, kendisinin de Müslüman olmasından dolayı karşı çıkması ve Khan’ın şu cevabı yine hafızalarda yerini alıyor…
“Hayır abi, aramızda hiçbir fark yok..”iyi insan ve kötü insan ayrımından başka”..
Ve iki güzel insnaın evliliği, gelişen olaylar…Hayatlarında herşey yolunda gidiyor gibi görünürken ülkede yaşanan ve “11 Eylül” olayları olarak tarihe geçecek saldırının, bir insanın hayatında miad denilebilecek değişime sebeb olmasını izliyoruz devamla.
Film sadece ABD’ de yaşananları kurgu diliyle anlatsa da biz yeryüzü tarihi boyunca insanın özünden gelen tüm değerleri katlettiğinde her türlü siyasi, ekonomik ve egemen güç olma adına yapılan saldırı ve çıkarılan savaşların faturasının yine masum insanlara kesildiğini şüphe götürmez bir şekilde biliyoruz..
 Filme dönersek sona yaklaştığımız sahnelerde  11 eylül saldırısında ölenler için yapılan bir anma etkinliği ile karşılaşıyoruz.
Rizvan’ın İslam inancı gereği zekat olarak ayırdığı payın tamamını etkinlikte anılan saldırı mağdurlarına bağışlaması  ve ardından kendi inanışına göre dualar etmesi dinlerin ayrımcı değil birleştirici gücünü de gösteriyor bizlere..
 Oysa aynı sahnede yaşanan diyaloglarda America toplumunun hiçte önyargısız olmayan diğer yüzünü görüyoruz...zira Rızvan’ın şu sözleri konuyu açıklaması bakımından bir hayli düşündürücü..
 “Batı dünyası tarihi milattan önce ve sonra diye ayırıyordu.  Şimdi ikinci  ayrım daha oldu;  11 eylül öncesi ve sonrası..."
Medya da sürekli   İslam’ın, her yerde cihad ve tanrı adına insan öldürmeye teşvik ettiği propagandası sonucu ülkede yaşayan müslüman halka yapılan saldırılar…
 Mandiranın oğlu Sam'ın soyadının müslüman olmasından dolayı okulunda yaşadığı ayrımcılıklar...
 Yengesi hasenanın çalıştığı kurumda maruz kaldığı olaylar ve dini simge olarak görülen örtüsünü açması...

 Mandiranın, eşi  Rizvanın dini inancından dolayı iş bulamaması ve bulmuş olsa bile  kısa sürede işten çıkarılması.. Oğulları  Sam’in, hem en yakın komşuları  ve hem  samimi arkadaşı Ritz’in  tavır alması…  
Sam’in tüm bu olanlara anlam verememesi ve yaşadığı ayrımcılıktan üvey babasını sorumlu tutması. Sonunda samin arkadaşlarınca okulda uğradığı saldırı sonucu hayatını kaybetmesi ve hikayenin trajik devamı ile son bulması…
Doğrusu  filmde çocuğun ölümüne neden olan bu sahneleri izlerken şu soruyu sormadan geçemedim.
 Acaba Sam'in okulundaki diğer çocuklara böylesi vahşi duygularla öldürme eylemini tahrik eden güdü ne idi?
Öyle ya;  gerek  filmde gerekse  gerçekte yaşanan tüm olaylarda yansıtılan sadece müslümanların dini duygularla öldürüyor olması değil mi idi?
Peki  ya sonrası Ortadoğu’da yaşananlara ne denmeli...
 Olayla hiçbir alakaları olmayan yüz binlerce masum sivillerin üzerine atılan bombalar ne ile anlatılabilir veya pas geçilebilirdi ki?
Velev ki;  bazı insanların  yaptıkları eylem veya yanlışları aynı dine mensub diğer masum kişiler ve o dinin inancına damga vurma gerekçesi ile topyekün hepsini  suçlamak ve kendi oynadığınız oyunların kuralsızlığında ülkelerini işgal etmek  nasıl bir paranoya ile açıklanabilirdi ki?
Keza  filmin  gözyaşlarınıza engel olamadığınız dram yüklü sahneleri olan Mandira’nın oğlu Sam’i ölüme götüren süreçte  küçük çocuklarda bile  atılan nefret tohumları neticesinde  hangi dürtüsellik ve vahşi duygular (din,ırk, millet farkı v.s v.s..) bu öldürmeyi haklı kılabilirdi ki?
Devamında gelecek soruları filmin tümünü izleyecek seyirciye bırakalım ve keyifli seyirler dileyelim...
Selametle  Kalın...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

teşekkür ederim