"İşte bu onların fotoğrafı idi"
Eski günlerden, lakin insanlık seyrinde hiç eskimeyecek olan günlerden bir anım geldi aklıma ve o anın, günlüklerimin satır aralarında canlandırdığı bir sahne, bir fotoğraf.
Bugünlerden yarınlara ortak iyilikten beslenen umutların, doğruların ve insana dair tüm güzelliklerin herkesçe sahiplenebilmesi adına paylaşmak istedim ben de..
4.KASIM.1992
4.KASIM.1992
O gün hava bir başka güzeldi… Sabahın selamını güne yaydığı saatlerden, çıkış saatimize kadar laboratuvarda deney yaptım gün boyu. Tüm derslerimiz laboratuvarda geçse ne güzel olurdu. Ezberlemem gereken bir yığın reaksiyon formülünü düşündükçe laboratuvar dersleri ayrı bir keyif veriyordu bana.
Öyle ki; hocaların içinde hangi bileşenlerin olduğunu bulmamız için verdiği çözeltilerdeki maddelerin isimlerini doğru bulduğumda, o maddenin mucidi ilk benmişim gibi mutlu hissederdim kendimi. Bu yüzden olsa gerek gün boyu deneylerle uğraşırken zamanın nasıl aktığını anlamazdım çoğunlukla...
Laboratuvar derslerinin yoğun olduğu günlerde okulda zamanımı namaz vakitleri belirlerdi… Öğle vaktinin nasıl geçtiğini anlamadığım, ikindi vakti ve namazı sonrası açlıktan kazınan midemin isyanlarını bastırmak ve yorgunluğumu hafifletmek adına tüm öğrencilerin uğrak yeri olan merkez kantine yöneldim o gün.
Bir bardak çay ve simit iyi gelecekti mideme. Kapıya yakın bir masada bölümdeki kızlar da oturmuş keyifle sohbet ediyorlardı. “Merhaba” ile başlayan selamlaşmalardan sonra boş bulduğum bir sandalyeye oturup onların sohbetlerine katıldım. Derslerin zorluğu ve yaklaşan finallerin heyecanı sohbetimizin ana konusuydu…
Laboratuvarda yaptığımız deneyler, keşfini ilk kez kendimizin yaptığını sandığımız maddelerin heyecanlı anlatımları arasında oturduğumuz masanın yanı başından süzülerek geçen iki kız öğrencinin dikkatimizi dağıtması ile sohbetimizin konusu da farklı bir boyuta taşındı..
Giydikleri uzun pardesü ve onunla bütünleşen başörtüleri ile benim gözlerime oldukça hoş görünmüşlerdi. Tabi bendeki bu olumlu tepki, masadaki diğer arkadaşlarda aynı güzel duyguları bırakmamıştı ne yazık ki… Gerçi ben de başörtülü idim, ama benimki etek ve ceket şeklinde tesettürlü bir hâl idi.
Herkes kendince bir şeyler söyledi söylemesine; ama arkadaşlardan Irmak’ın söylemi hayli düşündürücü idi.. . Bana dönerek, "Biliyor musun Neşe, sen çok farklısın!” demişti…
Şaşırmıştım bu söze… nasıl yani? “Çok kısa bir an, bir bakışla, sadece şekilsel bir farklılıkla bunu nasıl anladın ki Irmak?” diye sordum ona…
“Yani, sen bizler gibisin. Onlarsa… baksana; İrancı, vatan haini, Erbakancı, yani dinci!” diyerek cevap vermişti Irmak. Dahası masadaki her bir arkadaşımız kendilerince yorumlarda bulunarak incilerini dökmüşlerdi teker teker, o nur yüzlü kızların arkasından.
Şaşkınlığımı üzerimden atmaya çalıştım. “Bu yargıya varmak için kendinizi nasıl bir yerde görüyorsunuz ki?” diyordum içimden. “Öyle ya sadece tesettür tarzımızdaki farklılık kafanızda onları nasıl 'şucu bucu' diye kategorize etmeye yetmişti ki? Kendi görülerinizi turnusol olarak belirlediğiniz özel bir yetiyle sadece şeklen farklı bir tarzı nasıl böyle acımasızca kategorize edebilmiştiniz ki? Sonuçta ben de bu dinin aynı gerekçesi ile başörtüsü taktığıma göre?”
“Irmak!” dedim. “Beni size yakın kılan, aynı dersleri beraberce okuyor olmamız olmasın?”
Keza, “Aynı bölümde olmamız vesilesi ile de benle tanış olup onlarla olmamanız, aynı düşüncelerle dinimizin gereğini kendince yerine getirenlere karşı böylesi haksız ve hadsiz ithamlarda bulunmak neyin nesi?” diye sordum…
Sordum, ama kantinden ayrılıp evime gidene kadar otobüste beynimde dolaşan bu düşüncelerle de kendimi yedim. Bir şeyler yapmalıydım… Madem kendilerini böyle görüyorlardı, ben de kendimce samimiyet testi uygulayacaktım..
Hafta sonu gidip kendime pardesü aldım. “Ne oldu?” diye sorduğunuzu duyar gibiyim. Tahmin ettiğim şeyleri eksiksiz, hatta fazlası ile yaşadım elbette.
Daha üç ya da dört gün öncesinde beni kendilerinden ayrı görmeyip gruplarına almaya layık gören kızlar, birden keskin bıçağın yumuşak bir şeyi ortadan ikiye ayırması gibi selamı, sabahı kesmişlerdi…
İşte; bu onların fotoğrafı idi. Belki de kendilerinin bile farkında olmadıkları ön yargıların, bir başkası hakkında kesilen yargı ve hükümlerin fotoğrafı. Sadece kendilerini, sözüm ona, ilerici ve aydın gören bu insanlar başkalarının insanî haklarına gelince birden hüküm verme yetkisine sahip üstün varlıklar gibi görüyorlardı kendilerini… Yazık ki ne yazık!
Çok çirkin bir fotoğraftı bu
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
teşekkür ederim