Ne zaman çocuklara mezar olur hayatlar, işte o zaman "Masumiyet ve Merhamet" ölür, "İyilik ve Huzur" yok olur bu dünyadan….
Kaçacak bir yer bulamazsın Rabbin intikamından...
Sorumluyuz yüzümüzü döndüğümüz tüm haksızlıklardan, yapmamız gerekirken yapmadıklarımızdan...
Her biri kurşun gibi iz bırakan bu kelimeler geçerken zihnimden “Keşke diyordum, ahhhh keşke dünya telaşı ve koşturmacam yüreğimi bu denli kelepçelemeseydi…
Fark edebilseydim hayatın en ağır ve keskin virajlarında fark edilmeyi bekleyenleri...
Ahh keşke anlayabilseydim Üsame ve Ömer kardeşlerin yükünü…
Bir nebze durak olsaydım hızla önünden geçtiğim uçurumlarından ve o uçurumda yok olan hayatlardan…
Ahh keşke…
Yüreğime belki merhamet yağdıracak imtihanlarına daha önce tanık olsaydım…
Hiç duraksamacasına peşinden koştuğum şu dünyada soluklanmama sebeb olacak bu iki hayata ışık olabilseydım…
İçimde "ahh keşke" feryatlarım ve vicdan azabım beynimi zonkluyor, kalbimi acıtıyordu şimdi…
Oysa farkındalık için bir cami avlusu yeterdi ama hiç bitmeyecek dünya telaşımdan "dur" uyarısı ile geç kalınmış bir farkındalığa geçişim böylesi acı bir hatıraya şahit olmamla mümkün olacaktı demek ki…
Bir hafta öncesi ve Cuma namazı sonrası karşılaştığım “O AN”…
Arapça aksanıyla henüz yeni öğrendiği kelimelerden örülü mahcubiyet yüklü “boyayım Abi” derken gözlerinin katran karası umutsuzluğundan çıkan kıvılcımlarında fark etseydim onu…
Oysa sakat bacağını da görmüştü gözlerim ama bu denli çaresizliğini algılayamamıştı hislerim derinlerine daldığım şu dünyanın keşmekeşinden çıkamazken.
Şu dünyada yaşanabilecek en ağır travmalar yaşanıyordu Suriye’de ve savaşın izlerini taşıyarak ülkemize sığınan binlerce sığınmacılardan biriydi Üsame ve kardeşi Ömer.
Üsame 16 yaşında bir genç. Ama bu dünyanın en ağır yükü 90 yıl yaşanmış gibi binmişti Üsame’nin omuzlarına…
Bu iki kardeşin yaşamlarında sahne bulmuştu savaşın en ağır izleri…
Mahallelerine düşen bir bombanın annesini, babasını ve annesinin kucağında henüz bir yaşında katlettiği kızkardeşini …
Bu drama bizzat şahit olup yıkılan evlerinin enkazından sağ çıkabilen ve ebediyyen dünyaya iletişimini kapatan erkek kardeş Ömer…
Tanık olduğu acılarla bir daha hiç konuşmayan küçük kardeş Ömer…
Suriye'deki bombalanmış evlerinin enkazından paramparça olmuş herşeyiyle çıkıp Türkiye'ye gelirken elinden hiç bırakmadığı kuşuyla sadece göz temasında duygularını, acılarını paylaşan Ömer...
Ve kendileri gibi apayrı dramlarla hayatları savaşın izleriyle dolu yüzlerce Suriyeli mülteciyle beraber ülkemize sığınan bu iki kardeş geldikleri Adana’da önce parklarda kalıyor sonra Adana Merkez camiye yakın bir dükkanın deposunda gecelerini geçiriyorlardı.
Ahhh keşke daha önce tanısaydım onları.
O gün Üsame’yi işime yetişme telaşıyla kıldığım Cuma namazı sonrası cami avlusunda boya sandığı başında görmüş ve hızla yetişmem gereken dünya telaşı içinde kendisine bahşiş vererek ayrılmıştım yanından.
Bir hafta sonra yine aynı camide aklımda kaldığı o haliyle yanına gitmeyi planladığım ama hep bir sonraki güne ertelediğim o gün yani Cuma vakti geldiğinde arabamı park edecek yer ararken aniden karşıma çıkan Üsame’yi fark etmem için artık çok geç olacaktı.
Acı bir sesle frene bastığımda Üsame sakat bacağının yorgunluğu ile yere düşecek ve kafasına aldığı darbe ona iç kanama geçirtip ölümüne sebeb olacaktım.
Ömer…
Ahhh Ömer...
Hissettin sende dimi o anı; kuşunu kafesinden salıvermenle, abin Üsame'nin can kuşunu teslim edeceği o anla aynı…
Gökyüzünden geçen uçağın acı çığlığı mahallenize düşen bombanın feryatları ile aynı…
Artık çok geç Abin için Ömer ama seni evlat edinmek ve bir yetim kalbi keşfetmek geçde olsa fark etmek…
Aslında Yaradan’ın önünüze sunduğu fırsatları değerlendirmek için zaman hep aynı döngüsü içinde dönüp duruyor hayatlarımızda.
Son nefesi vermeden bizlerinde HAYAT’ın başkalarına olan acı gerçeklerinin farkında olmamız dualarımla…
Selametle kalın.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
teşekkür ederim